site sağ üst köşeye bayrak ekle

Berk942.tk

Bilim Adamları

Bilim İnsanları Her Hafta Değişmektedir ...

Dünyadaki Bilinen Başlıca Bilim Adamları Şunlardır;


Albert Einstein

Einstein 1879 yılında Güney Almanya’nın Ulm kentinde dünyaya geldi. Babası küçük bir elektrokimya fabrikasının sahibi; annesi ise, klasik müziğe meraklı, eğitimli bir ev hanımıydı. Konuşmaya geç başlaması ve içine kapanık bir çocuk olması, ailesini tedirginliğe düşürmüşse de, sonraki yıllarda bu korkularının gereksizliği anlaşılacaktı. Giderek meraklı, hayal gücü zengin bir çocuk olarak büyüyordu.

Okulu hiçbir zaman sevemedi. Gerçekten de, genç Einstein’ın ileride ortaya çıkacak dehasının temelleri, kendisinin de sonradan belirttiği gibi, okulda değil başka yerlerde atılmıştı: “Çocukluğumda yaşadığım iki önemli olayı unutamam. Biri, beş yaşında iken amcamın armağanı pusulada bulduğum gizem; diğeri on iki yaşındayken tanıştığım Öklid geometrisi.Gençliğinde bu geometrinin büyüsüne kapılmayan bir kimsenin, ileride kuramsal bilimde parlak bir atılım yapabileceği hiç beklenmemelidir!”

Lise öğrenimini 1894′te İsviçre’de tamamladı ve 1896′da Zürih Politeknik Enstitüsü’ne (ETH) girdi.

Einstein, Sırp asıllı Mileva Maric adlı bir fizik öğrencisi ile evlendi. Mileva, Einstein’nın 1905′te çıkardığı araştırmanın matematik hesaplarında yardımcı olmuştur.

1955′te hayata gözlerini yumana kadar bilim dünyasına çok şey kattı. 1916′da yayımladığı “Genel Görelilik Kuramı“, 1921′de “fotoelektrik etki ve kuramsal fizik" alanında çalışmalarıyla aldığı Nobel Fizik Ödülü, dahinin en önemli başarılarından sadece ikisi ya bilinmeyen dünyası… Bern’de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünme fırsatı buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck’ın kuantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu ve Avogadro sayısının değerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerjisine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını ve fotoelektrik olayını açıklayabilmesini sağladı.

1905 yılında “Annalen der Physik” dergisinde bu çalışmalarını açıklayan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görecelik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909′da Zürih Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. Prag’da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü’nde profesör oldu. 1913′de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsü’nde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi. Bir bilim adamı olarak 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldı. İlk eşinden Hans ve Eduard isminde iki erkek çocuk sahibi olan bilim adamını 1914 yılında eşi terk etti. 1. Dünya Savaşı nedeniyle yiyecek kıtlığı sırasında mide ağrıları çeken bilim adamına kuzeni Elsa bakmış ve ikinci defa kuzeni Elsa ile evlenmiştir.

Birçok özlü inceleme yazısı yayımladı ve bunlarda teorilerini geliştirdi. 1921′de Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı.

Yabancı ülkelere birçok gezi yapmakla birlikte 1933′e kadar Berlin’de yaşadı. Almanya’da yönetime gelen Nasyonal Sosyalist (Nazi) rejimin ırkçı tutumu dolayısıyla, pek çok Musevi asıllı bilim adamı gibi o da Almanya’dan ayrıldı.

 
Einstein, İsrail'li diplomat ve politikacı Abba Eban'la birlikte.

Paris’te College de France’ta ders verdi; burdan Belçika’ya oradan da İngiltere’ye geçti. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek Princeton Üniversitesi kampüsünde etkinlik gösteren Institute for Advanced Study’de (İleri Araştırma Enstitüsü) profesör oldu. 1940 yılında Amerikan yurttaşlığına geçti.

Küçük oğlu Eduard akıl hastalığı nedeni ile Zürih yakınlarında bir bakım evinde hayatını geçirmiş; büyük oğlu Hans, babası ve annesinin karşılaştığı Zürih Polytecnic’te mühendislik okumuş ve daha sonra University of California, Berkley’de profesörlük yapmıştır. 1955′de Princeton’da ölmüştür; oğlu Hans yanında bulunmuştur.

Üvey kızı Margot Einstein, bilim adamının kişisel mektuplarını özenle herkesten saklamış ve kendisinin ölümunden 20 yıl sonra daha saklı kalmasını vasiyet etmisti. Günümüzde Princeton Üniversitesi tarafından basılan bu mektuplar bilim adamının gizli kalmış özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler sunmaktaydı.

Buluşları

 
Einstein'ın gazetecilere dil çıkarması
 
İsrail Parası ve Einstein
 
Einstein 14 Yaşında, 1893

Einstein'ın fizik alanındaki çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkiledi.

Bu teori üç bölüme ayrılır:

  1. Newton mekaniğinin yasalarını değiştiren ve kütle ile enerjinin eşdeğerli olduğunu öne süren Özel Görelilik (1905);
  2. Eğrisel ve sonlu olarak düşünülen dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren Genel Görelilik (1916);
  3. Elektro-manyetizma ve yerçekimini aynı alanda birleştiren daha geniş kapsamlı teori denemeleri.

İlk iki teorinin geçerliliği atom fiziği ve astronomi alanında yapılan deneylerle çok başarılı bir biçimde sınanmıştır; çağdaş fiziğin temel taşları arasında yer alırlar. Einstein atom ile ilgili olarak: "Ben atomu iyi bir şey için keşfettim,ama insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar." demiştir. Ayrıca birçok kişinin ilgisini çeken "Neden Sosyalizm?" adlı yazısı Monthly Review adlı aylık dergisinin, ilk sayısının, ilk yazısıdır.


____________________________________________________________________


ABDÜSSELAM (PAKİSTAN-NOBEL ÖDÜLLÜ FİZİK BİLGİNİ)
 

ABDÜSSELAM (1926- ) 

Nobel ödülü olan ilk Müslüman ilim adamı olan Abdüsselam ,1926 yılında Pakistan sınırları dışında kalan Jhanga’da doğdu.Pakistanlı Fizik bilgini Abdüsselam , Pencap ve Cambridge Üniversitelerinden matematik ve fizik dallarında birinci olarak mezun oldu.1951 yılında hazırladığı doktora teziyle kuantum elektrodinamiğine temel olacak bir çığır açtı.Aynı yıl Pencap Üniversitesi’ne profesör oldu.1954 yılında Cambridge Üniversitesi’ne okutman tayin edilince , Pencap Üniversitesi’nden ayrıldı. 
1957 yılında Londra Üniversitesi’ndeki İmperal College’e teorik fizik profesörü olarak tayin edildi. Bundan sonra , Abdüsselam , dünya çapında pek çok akademi, çeşitli komisyon, ilmi dernek ve ilmi heyet üyeliklerinde bulundu.Aynı zamanda pek çok ilmi kuruluşun başkanlığına getirildi.1970-1973 arasında Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nin Birleşmiş Milletler kurucu kurulu ve vakıf üyesi oldu.1971-1972 ‘de Birleşmiş Milletler İlim ve Teknoloji Komitesi’ne başkanlık etti.1972-1978 arasında Milletlerarası Sırfi ve Tatbiki Fizik Birliği’nin ikinci başkanlığını yaptı.1976’ da Guthire Madalyası Armağanı , 1978’ de Accedamia Nazionaledi XL’ nin Malteuecci Madalyası, 1978’ de Amerikan Fizik Enstitüsü’nün John Terranca Tate Madalyası , gene 1978’ de İngiliz Kraliyet Akademisi’nin Kraliyet nişanını aldı.1979’da ABD Milli Eğitim Akademisi ve İtalyan Milli Lincei Akademisi’ne yabancı üye seçildi.Aynı yıl Nobel Fizik Armağanı verildi.Ayrıca , biri 9 Eylül 1981’de İstanbul Üniversitesi tarafından olmak üzere , dünyanın çeşitli üniversitelerinden 15’ i aşkın fahri fen doktorluğu payesi aldı. 
Bugün bir taraftan Londra Üniversitesi İmperial College ‘de teorik fizik profesörlüğünü (1957’den beri) sürdürürken , diğer taraftan da Trieste’deki Milletlerarası Fizik Merkezi’nin direktörlüğünü sürdürmektedir. 
Hayatının bütün devreleri milletler arası başarılarla dolu olan Prof. Abdüsselam , ender yetişen İslam alimlerinden birisidir. 
Prof. Abdüsselam , 230’dan fazla orijinal çalışma yaptı.Bunlarda bir kısmını , aralarında birçok Türk fizikçilerinin de bulunduğu mesai arkadaşları ve öğrencileri ile hazırladı. Prof.Abdüsselam , bu çalışmalarında, İslamiyet’in ilme verdiği önemi bilen ve bütün ilimlerin kaynağı olduğuna inanan ve keşiflerini ona dayandıran bir Müslümandır. 

ABDÜSSELAM VE NOBEL ÖDÜLÜ 
Prof. Abdüsselam , ilimde örnek ve takdir edilecek bir çalışma gösterir.Müslümanların her şeyde olduğu gibi ilimde de öncü olmaları gerektiğini savunur.Allah’ın sanatını anlama gayreti olarak ifade eder hatta ona Nobel Armağanı kazandıran teorisini bile , ilahi sanatın bir kısmını anlayabilme lütfuna bağlar. 

PROFESÖR ABDÜSSELAM‘A NOBEL ARMAĞANINI KAZANDIRAN BULUŞ 
Profesör Abdüsselam ‘a Nobel armağanını kazandıran , zayıf ve elektromagnetik kuvvetlerin birleşik alan teorisidir.Bu teori , bir yandan öyar simetrisi prensibine, diğer yandan da simetrilerin kendiliklerinden bozulması prensibine dayanmaktaydı. Aynı teoriyi Selam-Weinberg teorisi adıyla tanındı.Tabiatta ilk bakışta mahiyeti itibari ile birbirinden farklı görünen dört çeşit etkileşme görülmektedir.

Bunlar: 
1-Gravitasyon etkileşimleri, 
2-Elektromagnetik etkileşmeler(nötronların beta bozunumlarında olduğu gibi), 
3-Zayıf etkileşmeler(bunlar atom çekirdeklerinin yapı taşlarını bir arada tutmaktadır). 
Teorik fizikçiler 1918’den beri , bu etkileşimlerden en az ikisinin veya hepsinin menşeinin aynı olduğunu ispat etmeye çalıştılar.Bu konuda Çalışmalar yapan Eintein ,bu işe 35 yılını verdiği halde tatminkar ve gözlemlere uygun düşen bir netice elde edememişti. 
Eintein’in gerçekleştiremediği bu teoriyi Profesör Abdüsselam gerçekleştirdi: 
İki ayrı tipten etkileşme aynı bir teorik model içerisinde deneylere uygun ve tatminkar bir şekilde izah ve tasvir edilebiliyordu.Zayıf etkileşmeler ile elektromagnetik etkileşmeler aynı bir teorik çatı altında birleştirilebiliyordu. İşte Selam-Weinberg Teorisi’nin özü buydu.Abdüsselam, sadece fizikteki çalışmaları ile değil ,idarecilik ve yöneticiliği ile de örnek gösterilebilecek bir şahsiyettir. 
Abdüsselam , yapmış olduğu bu çalışmalarındaki başarısını İslam’a bağlar ve kainattaki her şeyin kusursuz olduğunu ve bunun neticesinde Allah’ın varlığını inkar etmenin mümkün olmadığını söyler.Müslümanları araştırmaya , akıllarını iyi bir şekilde kullanmaya çağırır. Bunun için Bütün Müslümanları , bu gerçekler ışığında ilme gereken önemi vermelerini ve bugünkü geri kalmış durumlarından kurtulmaları gerektiğini söyler. 
Prof. Abdüsselam , çalışkan olduğu kadar da dindardır.Başarılarında ve dindar olmasında babasının büyük rolü olduğunu söyler.Onu bu çalışma şevkini ve aşkını onun aşıladığını söyler.Babasının, dinine çok bağlı olduğunu , ilme ve ilim adamlarına büyük önem verdiğini ve tutumunun kendisi için örnek teşkil ettiğini söyler. 
İlmi sahada Müslümanların öncü olmaları gerektiğini savunur.Çünkü batılıların Müslümanları aşağıladıklarını söyler.Bunun için Müslüman ülkelerin gelirlerinin bir kısmını ilmi çalışmalara ayırmakla, ilmi çalışmaları desteklemekle önemli ilerlemeler katedileceğini söyler. 
Abdüsselam, Müslüman ilim adamlarının ferdi çalışmaları bırakıp bir birlik oluşturmalarını, bu sayede milletler arası camiada bir güç oluşturacaklarını ve daha güzel çalışmalar yapacaklarını belirtir.Tabii ki , bu başarılarının olabilmesi için de idarecilere büyük görev düştüğünü söyler. Geçmişte büyük başarılar gösteren ilim adamlarının yanında , onları destekleyen , himaye eden idareciler olduğunu söyler.İlmin , insanı imana götürdüğünü, yarım yamalak değil, tam ve gerçek olarak ilim yapan kimsenin inanmadan yapamayacağını belirtir. 
Direktörlüğünü yaptığı Teorik Fizik Merkezi kanalıyla çeşitli ülkelerin özellikle gelişmekte olan ülkelerin fizikçilerine büyük imkanlar 
sağlamaktadır. Bilhassa Türk fizikçilerine özel ilgi ve imkanlar oldukça geniştir.Türk fizikçiler , yaptıkları 80 civarında orijinal çalışmayla bu desteğe layık olduklarını göstermişlerdir. 

TEOİK FİZİK MERKEZİ’NİN KURUCUSU 
Profesör Abdüsselam milletlerarsı ilmi kuruluşlarda tesirli bir organizatör ve idareci olarak da görev yaptı.Bu konudaki en büyük eseri ve 19 yıl kesintisiz olarak direktörlüğünü yürüttüğü Trieste’deki Teorik Fizik Merkezi’nin kurulması hususunda oldu.1960’ta Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı’nın genel konferansına Pakistan direktörü olarak katıldı.Bu merkezin kurulması gerektiği fikrini ilk defa ortaya attı.İlgilileri, dört sene boyunca ikna etmeye çalıştı.1964’te merkezin kurulmasını sağladı.Bu merkez İtalyan hükümeti ile Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı’nın patronajı altında kuruldu ve direktörlüğüne Prof. Abdüsselam getirildi. 

FAHRİ FEN DOKTORU 
Profesör Abdüsselam , fizik alanında büyük hizmetler yaptı.Bunlar tek kelime ile üstün ve ödüle layık hizmetlerdi.O fiziği, milletleri yaklaştırıp kaynaştırmada güçlü bir faktör olarak kullanmasını bildi. Profesör 
Abdüsselam, kesintisiz 19 yıldır Trieste Milletlerarası Teorik Fizik Merkezi direktörlüğünü yürütüyor. Merkez kanalı ile çeşitli ülkelerin, bilhassa 
gelişmekte olan ülkelerin fizikçilerine geniş imkanlar sağlıyor. Türk fizikçilerine yaptığı yardımlardan dolayı da İstanbul Üniversitesi, bu hizmetlerden dolayı Prof. Abdüsselam’a 9 Eylül 1981’de Fahri Fen Doktoru payesi vermiştir. 

_______________________________________________________________


Alexander Graham Bell

 

İskoçya asıllı ABD'li bilim adamı Alexander Graham Bell, 3 mart 1847'de doğdu. 7 mart 1876'da telefonun patentini aldı. İlk telefon şirketi olan Bell telefon şirketini 1877'de kurdu. 

Bell telefon şirketi bugün ABD'nin en büyük şirketlerinden biridir. Ayrıca kendi geliştirdiği fonograf için bir, hava araçları için beş, hidro uçaklar için dört ve selenyum piller için de iki patenti vardır.

Babası kendini sağır ve dilsiz insanların sorunlarıyla uğraşmaya kendini adamıştı. Bu nedenle Alexander Graham Bell, küçük yaştan itibaren, daha sonradan çok işine yarayacak olan ses bilgisi konusunda bilgiye sahip oldu. 

Bell de kendini, sağır öğrencilerin, dolaylı olarak da olsa, seslerin dünyasını kavramaları ve yaşamalarına adadı ve ilk olarak Boston'daki Sağır ve Dilsizler Okulunda çalışmaya başladı. 

Telgraf şirketlerinin çıkmazı olan, bir hat üzerinde aynı anda yalnızca tek bir mesajın iletilmesi sorununa çözüm arayacak çalışmaya başlamıştı. Başlangıçta çoklu bir telgraf geliştirmeyi istiyordu. 

Bell, ses tellerinin ve kulak zarının titreşimlerinden yola çıkarak, insan sesindeki frekansı elde ederek, bunları elektrik sinyali biçiminde bir telden iletmenin olanaklı olup olmadığını araştırıyordu. 

Bunun için de diyaframla, yapay bir kulak zarı yaratmanın gerekli olduğu sonucuna vardı. Diyafram, hem konuşma sesiyle titreşim oluşturabilecek hem de elektrik akımı yaratan küçük değişikliklere tepki verebilecek kadar ince bir tabakaydı. 

Tam ortasına da diyafram hareket ettikçe hareket eden bir
 
manyetik zar yerleştirdi. Ses titreşimleriyle oluşan değişiklikler, alıcı merkeze ulaştığında, alıcının diyaframında titreşime neden olarak, sinyalleri yeniden sese çeviriyordu. 

En değerli patentlerden biri olan telefonun patentini Bell, 7 mart 1876'da, 29'uncu yaş gününden dört gün sonra aldı.

 

 İlk telefon şirketi olan Bell telefon şirketi de 1877'de kuruldu. 

Bell aynı zamanda çok yönlü bir araştırmacı ve mucitti. Aşırı büyük üç boyutlu kutu uçurtmaları kullanarak

 

insan taşımayı başarmış ve bu çalışmaları sadece denemelerini yaptığı istasyonunda bulunan nehri kıyıdan

kıyıya geçmek amaçlı kullanmıştır. Bell, 2 ağustos 1922'de hayata veda etti.

__________________________________________________________

ALFRED NOBEL (1833-1896) 
 


Büyük bir İsveçli mucit ve sanayici olan Alfred Nobel, birçok zıt yönleri olan bir insandı. İflas etmiş bir kişinin oğluydu; fakat kendisi bir milyoner oldu. Edebiyat aşığı bir fenciydi, ardından bir ideal bırakan sanayici oldu. Bir servet sahibi oldu; fakat son derece basit yaşadı. Toplum içinde neşeli olmasına rağmen, yalnız olduğu zaman yüzünde tasa ve elem vardı. Bir insanlık aşığı idi; fakat hiç eşi ya da O’nu sevecek bir ailesi olmadı. Vatanına aşık bir kişi idi; fakat yabancı topraklarda yapayalnız öldü. Barış zamanında maden sanayinde ve yol inşaatında kullanılsın diye yeni bir patlayıcı madde olan dinamiti keşfetti; fakat dinamiti bir silah olarak savaşta vatandaşlarını yaralamak ve öldürmek için kullanıldığını gördü. Çok faydalı yaşamı boyunca sık sık, faydasız bir insan olduğu duygusuna kapıldı. 

Alfred Nobel’in gerçekten askeri önem taşıyan tek buluşu dumansız baruttu (Balistit) ve mirasın tümü içindeki payı % 10’ dur. 

Kendisini çok övenlere, bu övgülerden hoşlanmadığını söylerdi; fakat ölümünden sonra, adı birçok şan ve şeref getirdi. 

Alfred Nobel, 21 Ekim 1833’te Stockholm’de doğdu. 1842 yılında ailesi Rusya’ya taşındı. Babası İmmanuel, Rusya’da mühendislik sanayinde çok önemli bir mevki elde etti.. 

Immanuel Nobel, Kırım Savaşı sonunda çok önemli bir maden yatağı buldu, savaş sırasında hükümetin siparişlerini karşılayarak milyoner oldu; fakat bir süre sonra iflas etti. 1859 yılında ailenin tamamı yeniden İsveç’e döndü. Alfred Nobel 1863 yılında yeniden ailesine katıldı ve babasının laboratuarında patlayıcı maddeler konusunda çalışmalara başladı. Özel olarak kendi kendini yetiştiren Alfred Nobel, yirmi yaşına geldiğinde zaman mükemmel bir kimyacı ve dil bilgini oldu. İsveççe, Rusça, Almanca konuşuyordu. 

Babası gibi, Alfred Nobel hayalci ve yaratıcıydı. Fakat iş hayatında daha başarılıydı ve mali ve ekonomik alanda büyük bir başarı sağladı. 

Bilimsel keşiflerini endüstri alanında uygulama konusunda başarı kazandı ve 20’den fazla ülkede 80’den fazla şirket kurdu. Gerçekte onun büyüklüğü, ileri görüşlü, yaratıcılık gücü olan insanları etrafına toplayabilmek yeteneğidir. 

Fakat, Nobel’in asıl amacı para kazanmak, hatta keşif yapmak da değildi. O nadiren mutluydu ve daima yaşamın anlamını araştırıyordu. Gençliğinden beri edebiyata ve felsefeye karşı derin bir ilgi duyuyordu. Belki bu yüzden hiç evlenmedi. 

O bütün insanlığa karşı derin bir sevgi ve şefkat duyuyordu. Fakirlere karşı daima cömertti. Bir keresinde

 “ölen insanlar için muhteşem anıtlar yaptırmaktansa, fakir insanların karnını doyurmayı tercih ederim” demişti.

En büyük arzusu savaşın son bulacağı günü görmekti. 1896 yılında ölümüne dek, milletler arası barışın sağlanması

 için parasını ve zamanını harcadı. O ünlü vasiyetnamesi ile fizik, kimya, fizyoloji, tıp, edebiyat ve barış konusunda

 keşif yapan insanlara servet bırakıyordu. Bu öyle bir anıttı ki, ölümünden uzun süre sonra bile hatırlanacaktı. 

Ödüller diploma, altın madalya ve çek olarak her yıl 10 Aralık’da ( Alfred Nobeli’in ölüm gününde) ödül kazananlara Stockholm’un

meşhur Konser Salonunda İsveç Kralı tarafından büyük bir törenle verilir. İlk ödül, 1901 yılında verilmiştir. 

ALFRED NOBEL’İN VASİYETNAMESİ 

Ardımdan bıraktığım gayrimenkülümün ve servetimin tamamı aşağıdaki şekilde dağıtılacak : 
Kapital emniyeti bir şekilde bir fonda toplanmalıdır. Bu fonunun faizi her yıl insanlık için en büyük katkıda bulunmuş kişilere

dağıtılmalıdır. Bu faiz 5 ana bölüme ayrılmalı ve aşağıdaki şekilde tevzi edilmelidir : 
Bir bölüm, FİZİK sahasında en büyük keşfi yapan fizikçiye verilmelidir. 
Bir bölüm, KİMYA sahasında en büyük keşfi yapan kimyacı verilmelidir. 
Bir bölüm, FİZYOLOJİ ya da TIP sahasında en büyük keşfi yapan kişiye verilmelidir. 
Bir bölüm, EDEBİYAT sahasında en büyük keşfi yapan kişiye verilmelidir. 
Bir bölüm, milletler arası BARIŞ ve KARDEŞLİK için en büyük çalışmayı yapan fizikçiye verilmelidir. 

Başta beş dalda verilen ödüllere 1968 yılında İsveç Bankası Alfred Nobel anısına bir de “İktisat ödülü” eklendi.. 

Fizik ve kimya konusundaki keşifler İsveç Bilim Konseyi’nce değerlendirilmelidir. Edebiyat ve Barış konusunda ödüller, Norveç Parlamentosu tarafından seçilen 5 kişilik bir komite (kurul) tarafından değerlendirilmelidir. 
 

En büyük ve kesin arzum, ödülleri adaylara dağıtılırken kesinlikle milliyet ayrımı gözetilmemesidir. En önemli ödülü alacak kişi bir İskandinavyalı da olabilir, olmayabilir de.” 
 Paris, kasım 27, 1895 
 Alfred Bernhard Nobel


Not : 
Nobel Ödülleri ile ülkemiz ise, 2006 yılında, Orhan PAMUK’UN edebiyat dünyasında aldığı ödülle tanışmış oldu…. 


“İki büyük askeri birliğin, birbirlerini bir saniye içinde yok edebileceklerini gördükleri gün, umuyorum ki, uygar milletler, savaştan vazgeçecekler ve silahlarını bırakacaklardır… 

 

 

    __________________________________________________________________

 

Ali Kuşçu
 


Onbeşinci yüzyılda yaşamış olan önemli bir astronomi ve matematik bilginidir. Babası Timur'un (1369-1405) torunu olan Uluğ Bey'in (1394-1449) doğancıbaşısı idi. "Kuşçu" lâkabı buradan gelmektedir. 

Ali Kuşçu, Semerkand'da doğmuş ve burada yetişmiştir. Burada bulunduğu sıralarda, Uluğ Bey de dahil olmak üzere, Kadızâde-i Rûmî (1337-1420) ve Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî (?-1429) gibi dönemin önemli bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri almıştır. Ali Kuşçu bir aralık, öğrenimini tamamlamak amacı ile, Uluğ Bey'den habersiz Kirman'a gitmiş ve orada yazdığı Hall el-Eşkâl el-Kamer adlı risalesi ile geri dönmüştür. Dönüşünde risaleyi Uluğ Bey'e armağan etmiş ve Ali Kuşçu'nun kendisinden izin almadan Kirman'a gitmesine kızan Uluğ Bey, risaleyi okuduktan sonra onu takdir etmiştir. 

Ali Kuşçu, Semerkand'a dönüşünden sonra, Semerkand Gözlemevi'nin müdürü olan Kadızâde-i Rûmî'nin ölümü üzerine gözlemevinin başına geçmiş ve Uluğ Bey Zîci'nin tamamlanmasına yardımcı olmuştur. Ancak, Uluğ Bey'in ölümü üzerine Ali Kuşçu Semerkand'dan ayrılmış ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitmiştir. Daha sonra Uzun Hasan tarafından, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak amacı ile Fatih'e elçi olarak gönderilmiştir. 

Bir kültür merkezi oluşturmanın şartlarından birinin de bilim adamlarını biraraya toplamak olduğunu bilen Fatih, Ali Kuşçu'ya İstanbul'da kalmasını ve medresede ders vermesini teklif eder. Ali Kuşçu, bunun üzerine, Tebriz'e dönerek elçilik görevini tamamlar ve tekrar İstanbul'a geri döner. İstanbul'a dönüşünde Ali Kuşçu, Fatih tarafından görevlendirilen bir heyet tarafından sınırda karşılanır. Kendisi için ayrıca karşılama töreni yapılır. Ali Kuşçu'yu karşılayanlar arasında, zamanın ulemâsı İstanbul kadısı Hocazâde Müslihü'd-Din Mustafa ve diğer bilim adamları da vardır. İstanbul'a gelen Ali Kuşçu'ya 200 altın maaş bağlanır ve Ayasofya'ya müderris olarak atanır. Ali Kuşçu, burada Fatih Külliyesi'nin programlarını hazırlamış, astronomi ve matematik dersleri vermiştir. Ayrıca İstanbul'un enlem ve boylamını ölçmüş ve çeşitli Güneş saatleri de yapmıştır. Ali Kuşçu'nun medreselerde matematik derslerinin okutulmasında önemli rolü olmuştur. Verdiği dersler olağanüstü rağbet görmüş ve önemli bilim adamları tarafında da izlenmiştir. Ayrıca dönemin matematikçilerinden Sinan Paşa da öğrencilerinden Molla Lütfi aracılığı ile Ali Kuşçu'nun derslerini takip etmiştir. Nitekim etkisi onaltıncı yüzyılda ürünlerini verecektir. 

Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Bunlardan birisi, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih'e sunulduğu için Fethiye adı verilen astronomi kitabıdır. Eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde gezegenlerin küreleri ele alınmakta ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölüm Yer'in şekli ve yedi iklim üzerinedir. Son bölümde ise Ali Kuşçu, Yer'e ilişkin ölçüleri ve gezegenlerin uzaklıklarını vermektedir. Döneminde hayli etkin olmuş olan bu astronomi eseri küçük bir elkitabı niteliğindedir ve yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu'nun diğer önemli eseri ise, Fatih'in adına atfen Muhammediye adını verdiği matematik kitabıdır.


 

    __________________________________________________________________


Batlamyus
 

Geç İskenderiye Dönemi'nde yaşamış (M.S. ikinci yüzyılın birinci yarısı) ünlü bilim adamlarından birisi de Batlamyus'tur. Hayatı hakkında hemen hemen hiç bir bilgiye sahip değiliz. Müslüman astronomlar 78 yaşına kadar yaşadığını söylerler. Belki Yunan asıllı bir Mısırlı, belki de Mısır asıllı bir Yunanlıdır. Yunanca adı Ptolemaios'tur, ama harf uyuşmazlığı nedeniyle Ortaçağ İslâm Dünyası'nda Batlamyus diye tanınmıştır. 

Batlamyus astronomi, matematik, coğrafya ve optik alanlarına katkılar yapmıştır; ancak en çok astronomideki çalışmalarıyla tanınır. Zamanına kadar ulaşan astronomi bilgilerinin sentezini yapmış ve bunları Mathematike Syntaxis (Matematik Sentezi) adlı yapıtında toplamıştır. Bu eserin adı, daha sonra Megale Syntaxis (Büyük Derleme) olarak anılmış ve Arapça'ya çevrilirken başına Arapça'daki harf-i tarif takısı olan el getirildiği için, ismi el-Mecistî biçimine dönüşmüştür; daha sonra Arapça'dan Latince'ye çevrilirken Almagest olarak adlandırıldığından, bugün Batı dünyasında bu eser Almagest adıyla tanınmaktadır. 

Almagest, onüç kitaptan oluşur; Birinci Kitap, kanıtlarıyla birlikte Yermerkezli Dizge'nin anaçizgilerini verir; İkinci Kitap, Menelaus'un teoremiyle, küresel trigonometri bilgilerini ve bir kirişler tablosunu içerir; burada örnek problemler de çözülmüştür; Üçüncü Kitap, Güneş'in hareketini ve yıllık süreyi ve Dördüncü Kitap ise, Ay'ın hareketini ve aylık süreyi konu edinir; Beşinci Kitap aynı konularla ilgilidir, Ay'ın ve Güneş'in mesafelerini tartıştığı gibi, bir usturlabın yapılışı ve kullanılışı hakkında da ayrıntılı bilgiler sunar; Altıncı Kitap'ta gezegenlerin kavuşumları ve karşılaşımları incelenir ve Güneş ve Ay tutulmalarına temas edilir; Yedinci ve Sekizinci Kitap, durağan yıldızlarla ilgilidir, meşhur presesyon tartışmasını, Ptolemaios'un durağan yıldızlar katalogunu ve bir gök küresi âleti yapabilmek için gerekli olan yöntem bilgisini içerir; geriye kalan beş kitap ise devingen yıldızların, yani gezegenlerin hareketlerine tahsis edilmiştir ve yapıtın en özgün kısmıdır. 

Batlamyus, bu eserinde anaçizgileriyle göksel olguları anlamlandırmak maksadıyla kurmuş olduğu geometrik kuramı tanıtmaktadır; Aristoteles fiziğini temele alan bu kuramda, evren küreseldir ve Yer bu evrenin merkezinde hareketsiz olarak durmaktadır. Şayet günlük veya yıllık görünümler Yer'in hareketleri sonucunda meydana gelseydi, her şey uzaya saçılır ve Yer parçalanırdı. Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn ve sabit yıldızlar Yer'in çevresinde, muntazam hızlarla, dairesel hareketler yaparlar. Sabit yıldızlar küresi evrenin sonudur. 

Ancak, Yer'in merkezde olduğu ve gök cisimlerinin de onun çevresinde muntazam bir şekilde dolandıkları kabul edildiğinde, kuramın bazı gözlemleri, örneğin Ay ve Güneş'in Yer'e yaklaşıp uzaklaşmalarını, bazen hızlı, bazen yavaş hareket etmelerini açıklaması olanaksızdı. Bunun için Batlamyus Yer'i belli bir ölçüde merkezden kaydırmıştır. Klasik astronomide bu düzenek (eksantrik) dış merkezli düzenek olarak adlandırılır. Gezegenlerin gökyüzünde ilmek atmalarını, yani durmalarını ve geriye dönmelerini açıklamak için de, (episikl) taşıyıcı düzenek adı verilen başka bir düzenek daha kabul etmiştir. 

Batlamyus, Almagest'in girişinde trigonometriye ilişkin kapsamlı bilgiler vermiştir; çünkü küresel astronominin sınırları içinde kalan klasik astronomiye ait hesaplamalar, küresel geometriye dayanmaktadır. Batlamyus'tan yaklaşık olarak üç asır önce yaşamış olan Hipparkhos (M. Ö. 150) açıların kirişlerle ölçülebileceğini bildirmiş ve bir kirişler cetveli hazırlamıştı; ancak bu konuya ilişkin yapıtı kaybolduğundan, bu cetveli nasıl düzenlediği bilinmemektedir. Bazı yayların kirişlerinin bulunması çok kolaydı ve bu kirişlere ana kirişler adı verilmişti; ama bunların dışındaki yayların kirişlerinin bulunması uzun işlemleri gerektiriyordu. Bu nedenle Batlamyus kirişler cetvelini hazırlarken bir dairenin içine çizilmiş dörtgenlere ilişkin Batlamyus Teoremi'ni (AB . CD + AD . BC = AC . BD) kullanmak suretiyle, açılar toplamı ve farkının kirişlerini (kiriş (A-B), kiriş (A+B), kiriş A/2 , kiriş 2A gibi) bulma yoluna gitmişti. 

Batlamyus, coğrafya araştırmalarına da öncülük etmiş ve Coğrafya adlı yapıtıyla matematiksel coğrafya alanını kurmuştur. Bu kitap Kristof Kolomb'a (.... - ....) kadar bütün coğrafyacılar tarafından bir başvuru kitabı olarak kullanılmıştır.


Almagest'ten sonra yazılan Coğrafya, sekiz kitaba bölünmüştür ve matematiksel coğrafya ile haritaların çizilebilmesi için gerekli olan bilgilere tahsis edilmiştir; Almagest gibi Coğrafya da derleme bir eserdir; Batlamyus bu kitabı hazırlarken Eratosthenes, Hiparkhos, Strabon ve özellikle de Surlu Marinos'tan büyük ölçüde yararlanmıştır. 

Coğrafya'nın Birinci Kitab'ı Dünya'nın veya doğrusunu söylemek gerekirse Yunanlılar tarafından bilinen Dünya'nın büyüklüğü ve kartografik izdüşüm yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir; İkinci Kitap'la Yedinci Kitap arasında ise tanınmış memleketlerdeki önemli yerlerin, yani önemli kentlerin, dağların ve nehirlerin enlem ve boylamları verilmek suretiyle Dünya'nın düzenli bir tasviri yapılır; enlem ve boylamlardan, yani bir başlangıç dâiresine enlemsel ve boylamsal uzaklıklardan söz eden ilk bilgin Batlamyus'tur; Batlamyus'un enlem ve boylam tablolarıyla betimlemeye çalıştığı Dünya, kabaca 20* Güney'den 65* Kuzey'e ve en Batı'daki Kanarya Adaları'ndan, bunların yaklaşık olarak 180* Doğu'sundaki bölgelere kadar uzanmaktadır; bunun dışında kalan bölgeler ise Yunanlılar ve dolayısıyla Batlamyus tarafından tanınmamaktadır; söz konusu tablolar, haritaların çizilmesini olanaklı kılmaktadır ve nitekim bu haritalar belki de eserin eski nüshalarında mevcuttur; çünkü astronomik bilgileri kapsayan Sekizinci Kitap'ta bunlara belirgin atıflar yapılmıştır. 

Ancak Batlamyus'un coğrafya anlayışı yeteri kadar geniş değildir. İklim, doğal ürünler ve fiziki coğrafyaya giren konularla hiç ilgilenmemiştir. Başlangıç meridyenini sağlam bir şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır. Ayrıca, Yer'in büyüklüğü hakkındaki tahmini de doğru değildir. Ancak Kristof Kolomb bu yanlış tahminden cesaret alarak, Batı'ya doğru gitmiş ve Amerika'ya ulaşmıştır. 

Aynı zamanda, bu dönemin önde gelen optik araştırmacılarından olan Batlamyus, daha önceki optikçilerin çoğu gibi, görmenin gözden çıkan görsel ışınlar yoluyla oluştuğu görüşünü benimsemiştir. Ancak, görsel yayılımın fiziksel yorumunu da vermiş ve bu yayılımın, kesikli ve aralıklı bir koni biçiminde değil de, kesiksiz ve sürekliliği olan bir piramid biçiminde olduğunu belirtmiştir. Şayet böyle olmasaydı, yani ışınlar gözden sürekli bir biçimde çıkmasaydı, nesneler bir bütün olarak görülemezlerdi. Buna rağmen, Batlamyus'un görsel piramid fikri, optikçiler arasında tutunamamış ve görme söz konusu olduğunda daha çok koni göz önüne alınmıştır. Nitekim kendisinden sonra, İslâm Dünyasında, bilginlerin görsel koni fikrine dayandıkları ve görme geometrisini bunun üzerine kurdukları görülmektedir. 

Batlamyus, katoptrik (yansıma) konusuyla da ilgilenmiş ve yapmış olduğu ayrıntılı deneyler sonucunda üç prensip ileri sürmüştür: 

1. Aynalarda görünen nesneler, gözün konumuna bağlı olarak, aynadan nesneye yansıyan görsel ışın yönünde görünür. 

2. Aynadaki görüntüler nesneden ayna yüzeyine çizilen dikme yönünde ortaya çıkarlar. 

3. Geliş ve yansıma açıları eşittir. 

(*BOT = *GOT) 

Bu prensipler çizim yoluyla yandaki şekilde gösterilmiştir. Buna göre, AY * ayna, G * göz, B * nesne, B' * görüntü, O * ışının aynada yansıdığı nokta, TO * Normal'dir. 

Bu üç prensipten ilk ikisini kuramsal, üçüncüsünü ise deneysel olarak kanıtlayan Batlamyus, ayna yüzeyine gelen ışının eşit bir açıyla yansıdığını gösterebilmek için, üzeri derecelenmiş ve tabanına düz bir ayna yerleştirilmiş olan bakır bir levha kullanmıştır. Bu levhaya teğet olacak biçimde bir ışın huzmesini ayna yüzeyine gönderip, gelme ve yansıma açılarının büyüklüklerini belirlemiş ve bunların birbirlerine eşit olduğunu görmüştür. Batlamyus bu deneyini küresel ve parabolik bütün aynalar için tekrarlayarak, ulaştığı sonucun doğru olduğunu kanıtlamıştır. 

Batlamyus, dioptrik (kırılma) konusuyla da ilgilenmiş ve ışığın bir ortamdan diğerine geçerken yoğunluk farkından dolayı yön değiştirmesinin nedenini araştırmıştır. Bu araştırmanın sonucunda, az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçen ışının, Normal'a yaklaşarak ve çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçen ışının ise Normal'den uzaklaşarak kırıldığını ve kırılma miktarının yoğunluk farkına bağlı olduğunu ileri sürmüştür. 

Nitekim onun bu konuyu ele alırken benimsediği bazı prensiplerden bunu açıkça görmek olanaklıdır: 

1. Görsel ışın az yoğundan çok yoğuna veya çok yoğundan az yoğuna geçtiğinde kırılır. 

2. Görsel ışın doğrusal olarak yayılır ve farklı yoğunluktaki iki ortamı birbirinden ayıran sınırda yön değiştirir. 

3. Gelme ve kırılma açıları eşit değildir; fakat aralarında niceliksel bir ilişki vardır. 

4. Görüntü, gözden çıkan ışının devamında ortaya çıkar. 

Batlamyus ortam farklılıklarından dolayı ışığın uğradığı değişimleri, aynı zamanda kırılma kanununu da içerecek şekilde deneysel olarak göstermeye çalışmış ve çeşitli ortamlardaki (havadan cama, havadan suya ve sudan cama) kırılma derecelerini gösteren kırılma cetvelleri hazırlamıştır. Ancak verdiği değerler küçük açılar dışında tutarlı olmadığı için kırılma kanununu elde edememiştir. 

Batlamyus, daha önce Babil ve Yunan astronomları ve astrologları tarafından derlenmiş bilgi birikimden yararlanmak suretiyle astrolojiyi de sistemleştirmiştir! Dört bölümden oluştuğu için Tetrabiblos (Dört Kitap) olarak adlandırmış olduğu yapıtında, gezegenlerin nitelik ve etkileri, burçların özellikleri, uğurlu ve uğursuz günlerin belirlenmesi gibi astrolojinin sınırları içine giren konular hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Ortaçağ ve Yeniçağ astrolojisi bu kitabın sunmuş olduğu birikime dayanacaktır. 

Astroloji bir bilim değildir, ama astronomi ile birlikte doğmuş ve yaklaşık olarak 18. yüzyıla kadar, bu bilimin gelişimini, kısmen olumlu kısmen de olumsuz yönde etkilemiştir; bu nedenle astronomi tarihi araştırmalarında astrolojiye ilişkin gelişmelerden de bahsetmek gerekir.

Batlamyus Evren Modeli
Batlamyus'un çalışmalarının temelleri Hipparchus'a dayanır, Batlamyus'un 1400 yıl hükümdarlık süren dünya merkezli evren modeli oluşturmasında çok büyük etkisi olmuştur. Batlamyus, Hipparchus'un 850 yıldız içeren yıldız kataloğunu 1022 yıldıza çıkarmıştır.

Bu arada gezegenlerle de ilgilenen Batlamyus, Aristoteles'in dönen kürelerinin, gezegenlerin hareketini ve parlaklıklarının değişiminin nedenini açıklamakta yeterli olmadığını fark etmiştir. Bu durumu düzeltmek için gezegenlerin Dünya etrafında dolanırken aynı zamanda da Dünya merkezli çember üzerinde dairesel bir hareket (epicycle) yapmaları gerektiğini düşünmüştür.

Böylece gezegenler Dünya'dan farklı uzaklıklarda bulunabilecekti ve buna bağlı olarak parlaklık değişimlerinin nedeni de anlaşılmış olacaktı, çünkü gezegen uzaklaştıkça parlaklık azalacak yaklaştıkça ise artacaktı. Aynı zamanda gezegenlerin farklı hızlarda hareket etmesi de açıklanmış oluyordu.

İyi bir matematikçi olan Batlamyus, ortaya koyduğu modelin gözlemlerle karşılaştırıldığında tam bir doğruluktan uzak olduğunu fark edip bu durumu düzeltmek için Dünya'yı merkezden biraz dışarı yerleştirmiştir. Günümüzde gezegenlerin yörünge düzlemlerinin elips olduğu bilinmektedir.

Batlamyus. Dünya'yı merkezinin dışına taşıyarak bir bakıma elipse yakın bir yörünge önermiş oluyordu. Batlamyus, yörüngelerin elips olduğunu kabul etseydi, modelinin daha basit ve gözlemlere daha uyumlu olacağını biliyordu ama inançları doğrultusunda hareket ettiğinden dolayı dairesel yörüngelerde ısrarcı davrandı.

Aristoteles, dairesel hareketin en kusursuz hareket olduğunu savunmuştur ve Batlamyus da bu geleneğin izinden gitmiştir. Rönesans'a kadar geçerliliğini korumuş kilisenin desteğini almış olan bu model Kopernik Devrimi ile son bulmuştur.


__________________________________________________________________

Battani  (859-929)
 

Devrinin en önemli astronomlarından ve matematikçilerinden olan Battâni (858-929), Sâbit ibn Kurrâ gibi, Urfa'nın Harran Bölgesi'ndendir.

Rakka'da özel bir gözlemevi kurmuş ve burada 887-918 tarihleri arasında son derece önemli gözlemler yapmıştır. Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde belirlemeye çalışmıştır. Güneş ve Ay tutulmaları ile ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir doğrulukla hesaplamıştır. Ayrıca, ekliptiğin eğimini de dakik olarak belirlemeyi başarmıştır.

Aynı zamanda matematikçi de olan Battâni, bu alanda da son derece önemli çalışmalar yapmıştır. Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk defa kullanan bilim adamının Battâni olduğu söylenmektedir. Battâni, çalışmaları sırasında bazı temel trigonometrik bağıntılara ulaşmış ve bunları astronomik hesaplamalarda kullanmıştır.


SINÜS VE KOSINÜS TABIRLERINI ILK KULLANAN BILGIN


M.Charles, "Geometrinde Metodlarin Tarihî Görünümü" adli eserinde, Battânî´den söz ederken, onun sinüs ve kosinüs tabirlerini ilk kullanan kisi oldugunu ifade eder ve bu tabirleri günes saati hesaplamasinda buldugunu, ona uzayan gölge adini verdigini, buna modern geometride "tanjant" dendigini belirtir. Battânî´nin senelerce önce ileri atip kullandigi buluslari Bati asirlarca sonra kullanabilmis ve onlara sâhip çıkmıştır. Islâm Tarihi Arastiricilarindan Prof. Philip K. Hitti "Muhtasar Arap Tarihi" eserinde sunlari kaydeder: "Süphesiz matematik bilginleri tanjant hakkinda Battânî´den ancak bes asir sonra bilgi sâhibi olabildiler.(Alman astronom ve matematikcisi) Regiomantanus (1436-1476)bununla müserref oldugu halde ondan bir asir sonra yasayan Kopernik (Copernicus,1473-1543) bunu tanimiyordu."
 

ESERLERI 
1. Kitâbü Mârifet-il Metâli-il Bürûc fî mâ beyne erbe-il felek: On iki burcun gök küresinin dörtte birindeki dogus yerlerinin bilinmesi:
Ay´in tutulmasi, ay ve yildizlarin dogus yerlerinden bahseder. Dunthorn 1794´te ayin asirlik hizini hesaplarken Battânî´nin ay ve günes tutulmalariyla ilgili rasatlarindan oldukca faydalanmistir. Boylamlari 0° den 36° ye kadar kiymetlerine tekabül eden yildizlarin dohus
yerlerini gösteren bir katalogdur. Böylece bir cetveli ilk defa ilim dünyasina kazandiran Battânî olmustur. Daha önce yapilan Habas el-Hasîb adli ziycde (yildiz katalogu) böyle bir cetvel bulunmamaktadir. 2. Risâletünfî tahkîk-i akdâr-il ittisâlât: Yildizlarin Yanyana gelme ölcülerinin arastirilmasi hakkindaki kitapcik: Yildizlarin enlemlerinden faydalanarak isiklarini göndermelerini küresel trigonometriden faydalanarak izâh etmektedir. 3. Serh-ul Makâlât-il erbai li-Batlamyus: Batlamyus´un "Dört Kitap" adli eserinin aciklamasi. 
 

4. Ez-Zîyc:
Astronomiden bahsetmektedir.. Battânî´nin en önemli ve günümüze kadar gelebilen tek kitabidir. Eser Battânî´nin rasatlarindan elde ettigi neticeleri de icine
almaktadir. Bu eser yalniz Islâm dünyasinda degil Ortacagda ve Rönesansin ilk devrelerinde Avrupa küresel trigonometri üzerinde derin tesirler icra etmistir.
Kitap Kral X.Alfons(öl.1284) tarafindan Arapcadan Ispanyolca´ya tercüme ettirilmistir. 1143 yilinda Ispanya´da Robertus Retinensis tarafindantercüme
edilmis ise de günümüze kadar gelemeden kaybolmustur. Ayrica kitap 12.yüzyilin ilk yarisinda Tivoli´li Piato Tiburtinus tarafindan Latinceye cevrilmistir.
Ayrica Regiomantanus(1436-1476), Sabiî Cetvelleri adiyla söhret bulan bu  ziycleri astronomiye ait önsözüyle bir serhini Latince´ye cevirmistir. Önsöz
1537´de Fergânî(?-860) nin eseriyle birlikte Nürnberg´de basilarak Avrupa ilim dünyasina sunulmustur. 1645´te de Bolonya´da tek eser hâlinde "Johannes
Regiomontanus"´un bir kac ilavesiyle "Albategnius (Battânî)´un Astronomi ilmine dair Eseri" adi altinda latince bir baslikla yayinlanmistir.
Kopernik(1473-1543)de bu 
İslâm âliminin eserleriyle
 etraflica ilgilenmis ve cok istifadeler etmistir. Onun eserleri 1800 yilinda bile Kahire´li Ibni Yunus
(?-1009)´un eserleriyle birlikte Fransiz Laplace(1749-1827)´in incelemelerinde yardimci olmustur. Bu Ziyc Dogu´da Ilhânî Ziyc cikincaya kadar kullanilmistir.
Battânî´nin astronomideki hizmetlerini yadetmek isteyen Bati, Ay´a onun da ismini verdi. Ay haritalarinda ,Bati´da Albategnius olarak söhret buldugundan,
Albategnius olarak kaydedilmistir.


__________________________________________________________

Bill Gates
 

William Henry Gates III, ya da daha çok bilinen adıyla Bill Gates, 28 Ekim 1955 doğumlu ABD'li işadamı. 

Gates, MICROGUZU şirketinin kurucularındandır ve şirketin başkanlığını ve baş yazılım mimarlığını yapmaktadır. Forbes dergisine göre 2006'da Gates dünyanın en zengin kişisiydi. 

Amerikalı girişimci Gates iki kişilik şirketini (Microsoft) başta gelen bir yazılım şirketine dönüştürdü. Gates 20. yüzyılın son döneminde en başarılı şirket
patronlarından biri oldu. Seattle/Washington'da avukat bir babayla öğretmen bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Gates, henüz on iki yaşındayken özel bir okulda ilk informatik (bilişim) kurslarına gitti. Okul arkadaşı Paul Allen ile birlikte boş zamanlarını çoğunlukla bilgisayar programları üzerinde çalışarak geçiriyordu. 

Yakınlarındaki bir şirketin büyük bilgisayarını para ödemeden kullanabilmek için, iki arkadaş kullanıcılar için yazılım hatalarını arayıp buluyorlardı. Bu şekilde bilgisayar konusunda uzmanlaşan öğrenciler, 1972'de ilk şirketlerini (Traf-O-Data) kurdular. Bu şirket bir trafik sayım ve kontrol sistemi için programlar üreterek hemen 20.000 dolarlık satış yaptı. Gates bundan bir yıl sonra TRW adlı silah işletmesinde staj gördü, ardından da babasının önerisi üzerine Harvard Üniversitesi'nde hukuk eğitimi almaya başladı. 

Kişisel bilgisayarlar 70'li yılların ortasında henüz gelişimlerinin ilk aşamasında bulunuyorlardı. MITS şirketinin Altair adını verdikleri en önemli modeli henüz standart bir kullanma programına sahip olmayıp ancak tamamlanmamış bir işletme sistemine sahipti. Gates ve Allen'ın, Altair için 1974'te geliştirdikleri program dili BASIC sayesinde bilgisayar kullanıcıları aletlerini kendileri programlayabiliyorlardı. MITS firması genç araştırmacılardan pazarlama lisansını satın alarak kendilerine sistemi daha da geliştirmeleri için sipariş verdi. Gates bunun üzerine tahsilini bırakarak Allen ile birlikte Albuquerque/New Mexico'da Microsoft adlı şirketi kurdu. 

Microsoft, kendini sebatla mikro bilgisayarlar için yazılımı geliştirmeye adayan ilk işletmelerden biridir. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra General Electric gibi şirketler, devamlı müşterileri arasında bulunmaktaydı. Gates 1977'de, aletlerini BASIC ile donatabilmek amacıyla, Apple, Tandy ve Commodore gibi PC (Personal Computer - Kişisel Bilgisayar) üreticileriyle lisans sözleşmeleri imzaladı. Ayrıca FORTRAN, COBOL ve Pascal gibi program dillerini geliştirmekle, Microsoft'a bir üstünlük ve uluslararası pazar yolunun kendilerine açılmasını (1978'den sonra ilkin Japonya olmak üzere) sağladı. Gates 1979'da yalnızca 13 çalışanıyla yaklaşık 3 milyon dolarlık bir satış gerçekleştirebildi.



__________________________________________________________

Cizreli Eb-Ül-İz Cezeri
 

Bu bilim adamı çağımızdan yüzlerce yıl önce keskin zekası ile elektrik kullanmadan sadece su ve mekanik parçalarla çalışan makineler yapmış ve günlük hayata geçirmişti. Adı Cizreli Eb-ül-İz olan bu mucit bundan 800 küsur yıl önce 1100–1200 yıllarında yaşadı. Dolayısıyla Eb-Ül-İz bütün icatlarını Leonardo’dan tam 150 yıl önce yapmış ve kitaplaştırmış. 

Selçuk Türkleri zamanından bahsediyoruz. Bu inanılmaz öykünün tek kanıtı yüzyıllara dayanmış ve müthiş icatların resimleriyle dolu orijinal kitabın el yazması kopyaları. Her zamanki gibi biz kendi bilim adamımızı tanımazken yurtdışında bilimsel kürsülerde ve tüm bilgisayar / sibernetik kitaplarında su mekaniği referanslarda yer alıyor. Tarih bize neler söylüyor? Artukoğulları Güneydoğu Anadoluyu fethederler. Şimdiki Mardin , Cizre’de buluşlar yapan Abdülaziz İsmail bin Razzaz başkent Diyarbakır’a çağrılır. Yirmibeş yıl boyunca üretir ve üretir. Hükümdarların büyük takdirini toplar ve hükümdar (Eb’ül Feth Mahmut İbn-i Mahmet İbn-i Karaaslan . Ne uzun isim değil mi?-) tarafından bu kitabı yazmakla görevlendirilir. Verimli hayatının büyük başarılarına karşın son derece alçakgönüllü bir üslubu olan Eb-ül-iz 1183 yılında başlayıp 25 yıl süren icatlar kataloğunu o zamanlar resmi dil olan Arapça ile yazar.

Cezeri, bilim ve teknoloji tarihinde yaptığı olağanüstü buluşlarla ve otomatlarla tanınmaktadır. Bu konuda yazmış olduğu Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar adlı eseri bu alanda yazılmış en ünlü ve en mükemmel kitaptır. Bu kitabın giriş bölümünde kitabı kaleme alış nedenini şöyle anlatır: "Bir gün Sultanın huzurundaydım ve yapmamı emrettiği şeyi getirmiştim... Ne düşündü¬ğümü anladı… Bana şöyle dedi, 'eşsiz araçlar yapmış, onları gücünle işler duruma getirmişsin. Seni yoran ve kusursuz biçimde inşa ettiğin bu şey¬ler kaybolup gitmesin. Benim için icat ettiğin bu araçları bir araya toplayan ve her bi¬rinden ve resimlerinden seçmeleri kapsayan bir kitap yazmanı istiyorum. Onun önerilerini kabul ettim… Gerekli çalışmayı yapmak üzere gücümü top¬ladım ve bu kitabı kaleme aldım." 

Cezeri, kitabında 50 aracın ayrıntılı tasarımını verir. Bu araçların 6'sı su saati, 4'ü mumlu saat, 6'sı ibrik, 7'si eğlence amaçlı kullanılan çeşitli otomatlar, 3'ü abdest almak için kullanılan otomat, 4'si kan alma teknesi, 6'sı fıskiye, 4'ü kendinden ses çıkaran araç, 5'i suyu yukarı çıkartan araç, 2'si kilit, 1'i açıölçer, 1'i kayık su saati ve Amid kentinin kapısıdır. 

Bu araçlar hava, boşluk ve denge prensipleri ile çalışıyordu. Hava ve atmosferin özellikleri çok eskiden beri insanların ilgisini çekmiş ve yapılan çalışmalar sonucunda ulaşılan kuramsal bil¬giler sayesinde olağanüstü araçlar üretilmiştir. Mekanik araçların inşasında hava ve boşluk kadar, denge de temel prensipler¬den birini oluşturmuştur. Bu prensipler M.Ö. 3. yüzyıldan beri bilinmekteydi. Yunan Dünyası’nda hava, boşluk ve denge prensipleri üzerine Ctesibios (M.Ö. 3. yüzyıl), Philon (M.Ö. 2. yüzyıl) ve Heron (M.Ö. 1. yüzyıl) tarafından çalışmalar yapılmış ve bu çalışmalar sonucunda da çeşitli araçlar geliştirilmiştir. Bunların arasında Archimedes (M.Ö. 287–212)’i de saymak gerekir. Ancak Cezeri sayesinde hava, boşluk ve denge konusuna ilişkin kuramsal ve pratik bilgiler doruk noktasına ulaşmıştır. O bu araçları geliştirmekle kalmadı, bu araçlarda kullanılan özel parçaları da çok daha dakik ve hassas hâle getirdi. Örneğin; bu tip araçlarda kullanılmak üzere çok hassas kefeler hazırladı. Cezeri'nin yaptığı kefe, ortası geniş, kenarlarına doğru darlaşan, bir yarım kayık kap şeklindeydi. Alt kenarı yakınına açılmış iki delikten bir mil geçiyor ve kefe bu milin üzerinde hareket ediyordu. Kefenin arkası, su ile doldurulduğunda dengede kalacak biçimde ağırlaştırılmıştı. Eğer kaba kapasitesinden bir damla daha fazla su ilave edilirse ucu öne doğru eğiliyor ve boşaldıktan sonra denge konumuna geliyordu. Bu derece hassas kefeleri ilk defa Cezeri yapmıştır. 

Cezeri’nin yaptığı araçlar arasında, 
Fil Su Saati, Tavus Kuşlu İbrik, Mumlu Saatler, Abdest Almak İçin Otomatlar, Fıskiyeler, Suyu Yukarı çıkaran araçlar bulunmaktadır. 

Kaynak: Cezeri, el-Câmi beyne’l-İlm ve’l-Amel en-Nâfi Fî Sınaâti’l-Hiyel, (Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar) Çeviri, İnceleme ve Teknik Açıklamalar: Sevim Tekeli, Melek Dosay ve Yavuz Unat, Türk Tarih Kurumu, 2002.


 

Bu kitabın üç nüshası kütüphanelerimizde 800 yıl durur ama bir kişi çıkıp uygulayıp Teknoloji çağına hem bizim hem dünyanın belki 500 yıl önce girmesini sağlayamaz. Geçte olsa Avrupalılar tarafından yinede bizden önce keşfedilir. Otomatik Makineler tarihinde “Çağın Doruğuna Erişmiş Büyük Mühendis İbni Razzaz Cesari adıyla saygıyla anılır. Neden buluşları bu kadar önemlidir? İlk olarak mekanizmalar zamanının çok ötesindedirler. Enerji kaynağı, yönetim mekanizması ve feedback (geribesleme) sistemlerinin tümünün su, buhar gücü ve havanın itiş gücü ile yapılmış olması mucize gibidir. Üstelik tüm buluşlar insanımsı, estetik değerlere sahiptir. Ayrıca buluşları hayal ürünü değildir. 

Alman Profesörü Widemann tarafından tekrar üretilip çalıştırılmışlardır. (Erlangen Üniversitesi) Çağın Harika Bilgini (Bedi-ül Zaman Abdulaziz İbn-i al-Razzaz al Cesari) lakaplı Eb-ül-iz ‘in kitabının kendisi kayıptır ama kopyaları, Topkapı Sarayı Üçüncü Ahmet Kütüphanesi (iki elyazması) ile Ayasofya Kütüphanesinde bulunur. (66 sayfası neyin değerli olduğunu anlayanlar tarafından çalınmış olarak) Daha sonra Kültür Bakanlığı bu kopyadan “Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap” adında 3000 adet tıpkıbasım kitap basmıştır. (ISBN 975-17-0698-X Kültür Bakanlığı - 1990) 


__________________________________________________________

  


 

 

 

 

 

Fahrenhayt nedir?
Erimekte olan buzun sıcaklığını 32 °C, kaynar suyun buhar sıcaklığını 212 °C'de gösterebilecek biçimde derecelenmiş bulunan bir tür termometre.
 

Daniel Gabriel Fahrenheit, ya da Gabriel Daniel Fahrenheit, 24 Mayıs 1686 Gdansk'da doğdu, 16 Eylül 1736 Den Haag'da öldü); Alman fizikçi. 

Hollanda ve İngiltere gezilerinde deneysel fizik ve meteoroloji alanlarında kullanılan kimi araçların yapımını öğrendi. 1710 da yaptığı termometre başlangıç noktası olarak soğuk bir karışımın sıcaklığını bitiş noktası olarak da ağız boşluğunun sıcaklığını ilke saydı. Daha sonra bu termometreyle ölçtüğü suyun donma sıcaklığını 32, kaynama sıcaklığını da 212 derece olarak saptayarak kısaca °F simgesiyle gösterilen Fahrenheit derecesi ölçeğini ortaya koydu.
1720 termometresini daha da geliştirerek ispirto yerine ilk kez civayı kullandı. İngiltere'de, Royal Society üyeliğine seçildi. Maddenin kaynama noktasının hava basıncıyla değiştiğini gösterdi. 1721'de suyun aşırı soğuma özelliğini 1724'te de içine tuz karıştırılan suyun donma ve kaynama sıcaklıklarının değiştiğini ortaya koydu.Günümüzde İngiltere ve ABD'de sıcaklık ölçü birimi olarak kullanılmakta olan Fahrenheit derecesi ile Celcius derecesi arasında 

TFahrenheit = 1,8 · TCelsius + 32 

şeklinde bir bağıntı vardır. 

 

'"Ben gelecek için hiç bir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor."



__________________________________________________________

Enrico Fermi (1901 - 1954) 
 

Enrico Fermi, 29 Eylül 1901 Roma'da doğdu, 29 Kasım 1954 Chicago'da öldü, İtalyan fizikçi. 1938 Nobel Fizik Ödülü sahibi. 

Babası polis şefi Alberto Fermidir. İlk olarak dilbilgisi okuluna kaydoldu.Onun ilk matematik ve fiziğe olan yeteneğini keşfeden ve destekleyen babasının arkadaşlarından A. Amidei olmuştur. 

1918'de Pisa Üniversitesinin bursunu kazandı. Pisa Universite'sinde 4 yıl kaldıktan sonra 1922'de profesör Puccianti'den doktorasını aldı. 

Bir yıl sonra 1923'de Italyan hükümetinden burs kazandı. Ve Göttingen'de professör Max Born'la birkaç ay birlikte çalıştı. Rockefeller bursuyla 1924'de Leyden'e Paul Ehrenfest'le birlikte çalışmaya gitti. Aynı yıl Floransa üniversitesinde matematiksel fizik dersleri vermek için Italya'ya gitti. 

1926'da Fermi günümüzde Fermi istatistiği olarak bilinen Pauli parçaçıklarının istatistiğini keşfetti. Bose-Einstein istatistiğine göre hareket eden bozanların tersine, bu parcacıklar fermion olarak bilinir. 1927'de Fermi, Roma üniversite'sinde teorik fizik profesörü oldu. Bu görevini 1938'de Mussolini'nin faşist diktatörlüğünden kaçıp Amerika'ya göç edinceye kadar sürdürdü (Nobel ödülünü aldıktan hemen sonra). 

Roma'daki ilk yıllarında kendini elektromanyetik problemlerin çözümüne ve bazı spectroskopik olayların teorik olarak açıklamasına verdi. Fakat asıl ilerlemesini çalışmalarını elektron ve atom çekirdeği üzerine yaptığı zaman gerçekleştirdi. 1934'de Beta bozonu Teorisini geliştirerek Pauli'nin radyasyon teorisi ile birleştirdi. Curie ve Joliot' un yapay radyasyonu keşfinden sonra nötron bombardımanına tutulan aşağı yukarı her elementin nükleer dönüşüme tabi olduğunu keşfetti. Bu araştırma, yavaş nötronların ve nükleer füzyon'un keşfine, ayrıca o zamana kadar periyodik tabloda bilinen elementlerden farklı elementlerin bulunmasına yol açtı. 

1938'de Fermi tartışmasız nötronlar konusunda en iyiydi. Bu çalışmalarına Amerika'da da devam etti. Amerika'ya varışından hemen sonra Columbia Universite'sine fizik profesörü olarak atandı. Hahn ve Strassmann'nin 1939'un başlarında füzyon'u keşfinden sonra ikincil notronların yayılma ve zincirleme reaksiyon olasılığını hesapladı. Bu çalışmalarına büyük bir istekle devam etti ve birçok deneyden sonra kontrol altındaki ilk zincirleme reaksiyonu gerçekleştirdi. Bundan sonra atom bombası yapımındaki sorunların aşılmasında önemli rol oynadı, Manhattan Projesi liderlerinden biriydi. 

1944'de Fermi Amerikan vatandaşı oldu. II. Dünya Savaşından sonra 1954'de ölümüne kadar sürecek olan nükleer çalışmaları için Chicago Universite'sinden profesörlük teklifini kabul etti. Burada yoğunluğunu yüksek enerji fiziğine verdi ve pion-nucleon etkileşimi çalışmalarına öncülük etti. Yaşamının son yıllarında Fermi kozmik ışınların kaynağını araştırmakla geçirdi. Sonunda kozmik ışınların çok büyük enerji kaynakları olduğunu gösteren bir teori geliştirdi. 

Söz konusu tertip nötronları, termik hızlarla yavaşlatan grafit blokları ile bir araya getirilmiş uranyum içerecek şekilde Chicago Üniversitesinin bahçesinde kurulmuştur. Nötronları soğurmak ve böylece reaksiyonun hızını kontrol etmek amacıyla, atom piline kadmiyum çubuklar yerleştirildi. Kadmiyum çubuklar yavaş yavaş çekildi ve kendi kendine devam eden zincir reaksiyon gözlendi. Ferminin bu başarısı, dünyada ilk nükleer reaktörün imali ve atom çağının başlangıcı olmuştur. Fermi 53 yaşında iken kanserden öldü. Bir yıl sonra yüzüncü element keşfedildi ve kendisinin onuruna bu element fermiyum olarak adlandırıldı. 

Ona Nobel ödülü yavaş notronların yarattığı radyasyon ve nükleer enerji alanındaki çalışmalarından dolayı verildi. Fermi Laura Capon ile 1928'de evlendi. Giulio adında bir oğlu Nella adında bir kızı vardır. Boş zamanlarında yürümeyi, tırmanmayı ve kış sporlarını severdi. 29 kasım 1954'de Chicago'da öldü. 

Yayımları 
Fermi'nin teorik ve deneysel fiziği konu alan bir çok yayımı vardır. Bunlardan bazıları, elektronik gazların istatistiğinin hesabı ve Paul'i parçacıklarından oluşan gazları konu alan "Sulla quantizzazione del gas perfetto monoatomico", Rend. Accad. Naz. Lincei, 1935, Atomun istatistiksel modelini (Thomas-Fermi atom modeli) ve atomik özelliklerin hesaplanmasında yeni bir yaklaşımı (semiquantitative method) inceleyen Quantentheorie und Chemie, Leipzig, 1928, Über die magnetischen Momente der Atomkerne, Z. Phys., 1930, Tentativo di una teoria dei raggi ß, Ricerca Scientifica, 1933 sayılabilir.


__________________________________________________________

Farabi, Farabi hayatı, Farabi kimdir?

Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Farabi, (İS. 870)’de Türkistan’da Farab yakınında küçük bir köy olan Vasic’te doğdu. Ebeveynleri aslen İranlı soyundandır, fakat ataları Türkistan’a göç etmişlerdir. Avrupa’da ‘Alpharabius’ olarak bilinen Farabi, bir generalin oğlu idi. İlk öğrenimini Farab ve Buhara’da tamamladı, fakat daha sonra, yüksek öğrenim için uzun bir süre yani 901- 942 arasında okuduğu ve çalıştığı Bağdat’a gitti. Bu süre boyunca, ilim ve teknolojinin bir çok dalında olduğu gibi bir kaç dil üzerinde de ustalık kazandı. Altı Abbasi Halifesi’nin hükümdarlığı boyunca yaşadı. Bir filozof ve bilim adamı olarak, çeşitli ilim dallarında büyük ustalık kazandı ve farklı dillerde bir uzman olarak aktarıldı.

Farabi bir çok uzak ülkeyi gezdi ve bir süre Şam’da ve Mısır’da çalıştı, fakat Halep’te Seyfü’d Devle’nin sarayını ziyaret edinceye kadar tekrar tekrar Bağdat’a geri geldi. Kralın sadık danışmanlarından biri olmuştur ve ününün uzak ve geniş bir biçimde yayılması burada Halep’te olmuştur. İlk yıllarında, bir Kadı (Hakim) idi, fakat sonradan meslek olarak öğretmenliği seçti. Kariyeri boyunca, büyük zorluklara katlandı ve bir keresinde bir bahçenin bakıcısı bile oldu. HS. 339 / İS. 950′de 80 yaşındayken Şam’da bekar olarak öldü.

Farabi, fen bilimine, felsefeye, mantığa, sosyolojiye, tıbba, matematiğe ve müziğe epeyce katkıda bulunmuştur. Başlıca katkıları felsefeye, mantığa ve sosyolojiye olmuş gibi görülmektedir ve, elbette, bir Ansiklopedici olarak da göze çarpmaktadır. Bir filozof olarak, Platon ve Aristo felsefesini İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışan bir Yeniplatoncu(Neoplatonist) olarak sınıflandırılabilir ve onun orijinal katkılarını kapsayan birkaç diğer konudaki çok sayıda kitabına ek olarak Aristo’nun fiziği, meteorolojisi, mantığı, vb. üzerine bazı zengin açıklamalar yazmıştır. İslam felsefe geleneğinde, ‘ilk öğretmen’ olarak bilinen
Aristoteles’ten sonra ‘İkinci Öğretmen’ (el-muallimü’s-sani) olarak anılır.
 Farabi’nin önemli katkılarından biri de mantık çalışmasını iki kategoriye, yani, Tahayyül (fikir) ve Subut (ispat), bölerek kolaylaştırması idi.

Sosyolojide, ünlü olan Erdemli Şehir (Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla) dışında birkaç kitap yazdı. Psikoloji ve metafizik üzerine kitapları büyük ölçüde kendi çalışmalarını yansıtmaktadır. Aynı zamanda müzik üzerine de Müzik Kitabı(Kitab’ül-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. Müzik sanatı ve bilimi üzerine büyük bir uzman idi ve müzik notaları bilgisine katkıları yanında, birkaç müzik enstrümanı da icat etti. Enstrümanını insanları istediği anda ağlatıp güldürebilecek kadar iyi çaldığı anlatılmaktadır. Fizikte, boşluğun varlığını göstermiştir. Kitaplarının çoğunun kaybolmasına rağmen, 43 mantık üzerine, 11 metafizik üzerine, 7 ahlak üzerine, 7 siyaset bilimi üzerine, 17 müzik, tıp ve sosyoloji üzerine ve de 11′i tefsir olmak üzere 117 eseri bilinmektedir. Daha ünlü kitaplarından bazıları, çeşitli ilim merkezlerinde birkaç yüzyıl boyunca bir felsefe ders kitabı olarak kalmış olan ve Doğu’da bazı kurumlarda halen öğretilmekte olan Fusus al-Hikam kitabını içermektedir. Kitab al-Isa al-Ulum kitabı, bilimin sınıflandırılmasını ve esas ilkelerini yeknesak ve faydalı bir tarzda incelemektedir. Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla ‘Model Şehir’ kitabı sosyoloji ve siyaset bilimine ilk önemli katkıdır. 
 
Farabi birkaç yüzyıl boyunca bilim ve ilim üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.Farabi, sonradan bir Neoplatonik yazarın eseri olduğu ortaya çıkmasına rağmen, Aristoteles’e mal edilen Teolojisi kitabını,Aristoteles’in yazdığını sanmıştır. Buna rağmen felsefede yüzyıllar boyunca ikinci öğretmen olarak kabul edilmiştir ve felsefe ve tasavvufun sentezini amaçladığı eseri, İbn Sina’nın çalışmasının yolunu açmıştır.

Akılcılıkla İslamı Bağdaştırmaya Çalışan İlk Türk Düşünürü: F A R A B İ

Farabi (Faraplı) diye anılan Ebu Nasr Muhammet (870-950), eski Grek felsefesini yorumlayan ve geliştiren bir filozof olarak tanınmaktadır. O İslam dinine felsefi bir nitellik kazandırmak, İslamiyetle Platon(Eflatun) ve Aristoteles felsefelerini bağdaştırmak istemişti. Bu nedenle İslam felsefesinin kurucusu sayılmış,aynı zamanda kendisine Aristoteles’ten sonra gelen ikinci öğretmen anlamında “hace-i sani” unvanı verilmiştir. Bunun dışında onun siyaset sosyolojisi ile ilgili olarak yazdığı Erdemli Şehir adlı eseri de ününü artırmıştır. Farabi, bu kitabında faziletli bir devletin ve onun başkanının nasıl olması,ne gibi nitelikler taşıması gerektiği üzerinde durmuştu. Nihayet onun bir bilim sınıflaması yapması ve bu arada müziği bir bilim dalı olarak ele alıp değerlendirmesi de belirtilmeye değer.(Ş. Turan, Türk Kültür Tarihi, s: 164)Farabi (872-950),İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusudur. Siyaset felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “ Medine-i Fadıla”(Erdemli Şehir) ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştu. Erdemli Şehir adlı yapıtında Eflatun’un ‘Cumhuriyet’inden yararlandığı anlaşılıyor. Doğu felsefesi ile eski Yunan felsefesini birleştirmeye, uzlaştırmaya çalıştı.

Siyasal alanda eski Yunan felsefesi,Arap düşüncesine 9. yy’da El-Kindi ile girmişti. Eflatun’un ve Aristo’nun eserlerinin Arapça çevirilerinden yararlanan El-Kindi, devlet yönetimi ile ilgili bir düzine risale yazmıştı. Bununla birlikte İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusu olarak Farabi bilinir. Farabi, devlet felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “Medine-i Fadıla” ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştur. Bue eserlerde,devleti Aristo gibi uzuvcu bir yaklaşımla ele almış ve nasıl insan vücudu belli organlardan oluşuyorsa,çeşitli düzeydeki toplumların da belli organlardan oluşan bir yapıya sahip olduklarını iler sürmüştür. Farabi bu konuda,Eflatun’un “Cumhuriyet”inden esinlendiği anlaşılan, beş tabakalı bir Erdemli Şehir (”Medine-i Fadıla”) tablosu çizmiştir. Bu siyasal birimin başında bir “filozof-hükümdar” bulunacak,eğer böyle biri yoksa devleti ya bir grup ya da kanun ve gelenekleri iyi bilen biri yönetecektir. Toplumun tabakaları birbirlerine sevgi ile bağlı olacaklar ve toplumun yönetimine “adalet” ilkesi egemen kılınacaktır. Farabi, devlet hayatı ile ilgili ilkeleri sayarken, ilk olarak “adalet”i belirtmekte ve “ adalet toplum mensuplarının paylaştıkları bütün iyi şeylerin başında gelir” demektedir. Burada “Prenslerin aynası” geleneğini oluşturan, doğu felsefesi ile eski Yunan siyasal düşüncesini birleştiren temel bir ilke ile karşı karşıyayız.

Farabi’nin düşüncesi,kendisinin ölümünden yüzyıllarca sonra bile etkisini sürdürmüş,Osmanlı uleması tarafından da okunan ve sık sık anılan eserlerden biri olmuştur. Bu etkileme zincirinin en önemli halkalarını, Sasani devlet ilkelerini de Emevi döneminden itibaren özümleyen Arap devletleriyle, Selçuklu devleti teşkil etmiştir. 17. yy’da Katip Çelebi, Keşf-ül-Fünun’(Fenlerin Keşfi)u yazarken Osmanlı medreseleri “ilm-i siyaset” alanında kitaplarla doluydu.


__________________________________________________________


Bugün 9 ziyaretçi (13 klik) Kişi Berk942.tk 'ye uğradı.
»»»»» Arama «««««

© Copyright 2013 Tüm Hakları Saklıdır. | Berk TUFAN

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol